tarihinde yayınlandı

Sosyal eşitsizlik

Sosyal Eşitsizlik yada „boyumuzun ölçüsü“

İnsan normal şatlarda dengeli, göreli olarak sağlam olan bireylerarası ilişkiler içersinde yaşayan bir varlıktır. Aileler, akrabalar, sülaleler, işletmeler, dernekler, vakıflar, devletler ya da ülkelerarası ekonomik, kültürel ve politik ilişkiler ve diğer ilişkilerden oluşan sosyal ağlar, insanın yaşam koşullarını, yaşam biçimlerini ve dünya görüşlerini etkiler. Bu sosyal yapılar içersinde farklı konumlarda (pozisyon) birbiriyle ve birbirine karşı çeşitli ilişkilere giren insanlar memur, işçi, ebeveyn, büyükanne, yönetici, politikacı veya rakipler olarak farklı konumlarda farklı roller üstlenirler.

Sosyal eşitsizlikler birlikte yaşayan insanların yaşamının önemli bir özelliğidir. İnsanın var oluşunun bu temel koşulu, insana toplum yaşamında avantajlar ve dezavantajlar sağlar. Dilimizde birçok kavram ile bunu ifade etmekteyiz: “Ağa ve uşak”, “efendi ve hizmetçi”, “güç ve baskı”, “zengin ve yoksul”, “fabrikatör ve işçi”, “sınıf ve zümre”, “fırsat eşitliği” gibi kavramlar sadece bireylerin pozisyonları arasındaki farkı ifade eden ifadeler değillerdir. Aynı zamanda onların sosyal eşitsizliğe bağlı pozisyonlarının ardında yer alan avantaj ve dezavantajların da dile getirmektedirler. İnsani istekler, etkinlikler, umutlar, kaygılar veya kıskançlıklar sosyal eşitsizliklerle bağlantılıdır. 

Sosyal pozisyonuna göre insanların ortak özelliklere ve farklılıklara sahip olduğu görülür. Örneğin yönetici konumundaki memurlar arasında benzerlik veya kalifiyeli ve kalifiyesiz işçi arasındaki farklılıklardan söz edilebilir. Sosyal pozisyon bireylerin sadece farklılığının algılanmasını sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda onların farklı şekillerde değerlendirilmelerine yol açar. Örneğin daha iyi ve kötü, daha yüksek ve alçak gibi değerlendirilmelerden elde edilen avantajlar ve dezavantajlar vardır. Bir işçi ve mühendis arasında, mesleki pozisyonundan elde edilen avantajlar ve dezavantajlardan söz edilebilir. Bireyin pozisyonuna bağlı bu tür farklılıklara sosyal eşitsizlik diyeceğiz.  

Kaynak: Hradil, Stefan (1999): Soziale Ungleichheit in Deutschland (7.Baskı). Opladen: Leske + Budrich.

tarihinde yayınlandı

Sosyal roller

Öğretmen, ebeveyn, işçi, hekim, çocuk; hepsi sosyal rollerle bağlantılı kavramlardır. Her biri belirli beklentilerle bağlantılıdır. Öğretmenden başka öğrenciden başka davranışlar beklenmektedir. Beklenti daima sosyal rol demektir (Dahrendorf 1964). Bir insandan herhangi bir beklenti varsa, o zaman ona başkalarınca bir sosyal rol yüklenmiş olur. Bu yüzden beklentilere “insandaki toplum” (Eickelpasch 2002) denir.

Tabii ki başkalarının beklentileri bireyin bu beklentilere cevap vereceği anlamına gelmemektedir. Daha ziyade sosyal rolleri ret etmek de mümkündür. Bir sosyal rol ne zaman kolayca ret edilir, bu soru önemlidir. Araştırmalar şunu ortaya çıkarmıştır: Bireyden beklenen randıman ne kadar fazlaysa ve birey sosyal rolle kendisini ne kadar az bağdaştırıyorsa, rolünü o kadar kolay oynamaktadır, ret edebilmektedir veya isteğine göre değiştirebilmektedir (Dreitzel, 1972).

Dahrendorf, R. 1964. Homo sociologicus. Ein Versuch zur Gescichte, Bedeutung und Kritik der sozialen Rolle. 4. erw. Aufl., Westdt. Verlag: Köln, Opladen. Eickelpasch, R. 2002. Grundwissen Soziologie- Ausgangsfragen, Schlüsselthemen, Herausforderungen. Klett: Stuttgart.  Dreitzel, H. P. 1972. Die gesellschaftlichen Leiden und das Leiden an der Gesellschaft. Vorstudien zur einer Pathologie des Rollenverhaltens. Enke: Stuttgart.

tarihinde yayınlandı

Neden istiyorum?

Mutluluk masallarda kalmasın diye…

Dıştan gülerken içinden ağlayan insanlar çoğaldığı, paylaşımdaki adaletsizliklerden bıktığın ve yaşam koşullarında iyileşme yaratacak zeka, bilgi ve tecrübeye sahip olduğumuzu bildiğim ve demokrasiye inancımı henüz yitimediğim için.

tarihinde yayınlandı

Sandviç kuşak

“Sandviçler” çoğalıyor

125 yıl yaşayabilirsiniz

İnsanın yaşam süresini yeniden hesaplayan bilim adamları şu andaki bilgilere göre 125 yıllık yaşam süresini normal buluyorlar. Eğer biyografisi sağlıklı ortamlarda geçer, sağlık davranışları yaygınlaşırsa, bütün ülkelerin toplumlarında yaşı 100 ve üzerindeki insanlar çoğalacaktır. Bunun hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde ampirik kanıtları vardır. Örneğin sadece Nazilli’de (Aydın) bugün yaşı 100’ü aşkın 23 kişiyi şahsen tanıma şansını yakaladım. Japonya’da bir kasabada yaşı 90-100 arasındaki kişilere „toy“ denildiğini biliyor mudunuz? Çünkü oradaki kişilerin en genci 90 yaşlarındadır. 110 veya üzerindeki kişilere „yaşlı“ gözüyle bakılmaktadır. Bunu bir yurtdışı seyahti sırasında televizyonda izlemiştim. Yaşının 109 olduğunu söyleyen adam, yorulduğunu, bu yüzden „iki yıl önce“ çalışmayı bıraktığını söylüyor ve geri kalan yaşamını „dinlenerek“ geçireceğini ifade ediyordu. Kasabanın adı aklımda kalmadı, ama gördüğüm manzaranın bana hemen „sandviç kuşağını“ anımsattığını çok iyi hatırlıyorum.  

Kaç parçaya bölüneceğiz?

Kendisi hatırı sayılır yaşa erişen baby-boom kuşağının mensuplarından bir çoğu modernleşmenin bir sonucu olan „geç evlilik“ nedeniyle yetişkinlik çağına erişmemiş çocuğa sahiptir. Yaşlılığın ilk sinyallerini algılayan (saç ağarması, cilt kırışması, menopoz vs.) bu kuşağın hali „big mac“i andırmaktadır. Çocukları, kendisi, ailesi ve yaşlı ebeveyni ile aynı anda ilgilenmek zorundadır.  

Baby Booooommmm…

1960’lı yıllarda dünyaya gelenler gerontolojik yayınlarda „baby boom“ kuşağı olarak adlandırılır. Çünkü endüstri ülkelerinde de o dönemlerde doğurganlık göreli yüksek düzeye erişmişti. İkinci Dünya Savaşı’nın şokunu ve sıkıntılarını atlatan toplumlarda ekonomik refah yükselmeye başlamış ve belki de savaşta ölenlerin yerine yenilerini koymak isteyen o dönemin genç kuşakları bolca çocuk yapmaya başlamışlardı. O zamanın genç ebeveynleri bugün 80, 90 ve üzerie yaşlara erişti. Kucaklarında taşıdıkları bebekleri ise bugün kendileri ebeveyn ve büyükanne ve büyükbaba oldular. Yan yana yaşayan kuşaklar arasındaki ilişkiler de eskisine göre çok değişti. Boşanmalar, yeniden evlenmeler ve nikahsız beraberlikler derken, ortaya yarım asır öncesinden tamamen farklı akrabalık ilişkileri doğdu. Baby boom kuşağının sıkıntısı da buradan kaynaklanıyor. Ebeveyninin ekonomik birikimlerini çoğu miras olarak devraldı, ama ortada bir sorun var: Bu yaşlıya şimdi kim bakacak?

tarihinde yayınlandı

Ebeveyne tavsiyeler

Çocuğumun yaratıcılığını nasıl öldürebilirim?  

Çocuğunuzun yaratıcılığını katleden psikolojik zorunlulukları yaşamın erken dönemlerinde öğrendiniz. Zincirleme reaksiyon gibi kuşaktan kuşağa aktarılmaları gereken bu yöntemleri uygulayarak çocuğunuzun yeni tecrübe ve bilgilerle zaman kaybetmesini önleyebilirsiniz. İşte size, denenmiş, asırlardır bilinen ve her insanın yaratıcı gücünü katleden en iyi yedi yöntem. Haydi iş başına!

Değerlendir

Çocuklarınıza başkalarının nasıl değerlendireceklerine kafa yormalarını öğretin “Karnende zayıf gelirse, başkaları ne der?” diye başlayan cümlelerle bunu kafasına sokun. Kendi randımanından kendisi memnun olup olmasının önemli olmadığını,  bunu başkalarının değerlendirebileceklerini öğretin.

Rekabet

Rekabetin, hayatın değişmez kuralı olduğunu anlatın. Hayatta daima iki grup insan olduğunu söyleyen: Kazananlar ve kaybedenler! Hangi grupta yer almak istediğini çocuğa sorun.

Gözetle

Çocuğu başına buyruk hareket etmesine izin vermeyin. Daima gözetim altında tutun. Gözetim, çocuğunuzun hata yapmasını engelleyecektir. Boşu riske girmenin anlamsız olduğunu anlayacak, size ileride teşekkür edecektir. 

Ödüllendir

Çocuğu abartılı ödüller ile öğrenmeye teşvik edin. Mesela para, oyuncak, tatil gibi ödüller çocuğa hoş gelir, onu öğrenmeye yönlendirir. Ödülü almak için dersine çalışan çocuklar, hayatlarında belki öğrenme zevkini tadamayacak, ama ödüllendirilme arzusu hep ayakta kalacaktır.

Başına kahya kesil

Çocuğunuzun neyi nasıl ne zaman yapacağına daima siz karar verin. Direktiflerinizin harfiyen yerine getirilmesini, aksi takdirde cezalandırılacağını belirtin. Çocuğunuzun yaşamının rotasını tayin eden “kaptan” olarak bağımsızlığın gereksiz olduğunu, kendinin yönlendirilmesine izin vermeyenlerin hata yaparak başarısız olacaklarını, boşu boşuna zaman kaybedeceklerini çocuğa anlatın.

Alanı daralt

Çocuğun ilgilenmesi gereken konuları daima siz belirleyin. Bu konuda çocuğa karar verme olanağı kesinlikle sunmayın. Çünkü çocuktur, bilemez. Başarılı olabileceğini zannettiği alanları keşfetmesini engelleyin. Çünkü ebeveynler herşeyi daha iyi bilir.

Başkı kur

Çocuktan üstün başarı bekleyin, çıtayı yüksek tutun. Hayatın gerçeklerini iyi bilen ebeveyn olarak çocuğunuzu bu şekilde geleceğe hazırlayın, anlamazsa baskıyı arttırın.  

tarihinde yayınlandı

Sevgi ve Şiddet

Aile: Sevgi ortamı

Modern aile kavramı anlam bakımından bir taraftan çeşitlilik kazanırken, diğer taraftan klasik anlamını da korumayı sürdürüyor. Klasik derken, ailenin sevgi, birlik ve beraberlikle bağdaştırılan anlamlarını kastediyorum.

Aile kendini ilgilendiren özel konuları dışa vurmaz. Aile yaşamının mahremiyeti olarak adlandırılan bu durum aile fertleri arasındaki sosyal, kültürel, ekonomik kaynaklar ortaklığının yanı sıra dostluk, barış, dayanışma gibi kavramlarla ifade ettiğimiz duygularla da beslenmektedir.

Aile, bu açıdan, her şeyini birbiriyle paylaşan bireylerden oluşan kan bağıyla veya evliliklerle oluşan akrabalıklarla gelişen özel bir sosyal grup olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumun ayakta kalmasını sağlayan „temel“ olduğu için yasalarca da koruma altına alınmaktadır.

Aile: Şiddet ortamı

Aile sadece sevginin değil, aynı zamanda şiddetin de merkezi durumundadır. İnsanların „sokakta“ şiddete maruz kalma olasığı „ailede“ bu tehlikeyle burun buruna gelme olasılığından daha düşüktür.

Ailede kadına ve çocuğa yönelik şiddetin toplumsal tabular arasından sökülüp çıkarılması, kamuda tartışılmaya başlanması aşağı yukarı 1970’li yıllara rastlar. O dönemden beri konuyla ilgili çok sayıda araştırma yapılmış, polis istatistikleri incelenmiş ve çocuğa ve kadına aile içi şiddetten kendilerini korumalarını sağlayan bir dizi olanaklar yaratılmıştır.

1980’li yıllardan beri de ailede yaşlılara yönelik şiddet, ihmal ve suiistimal sorunu bilimsel yöntemlerle incelenmektedir. Araştırmalar ailede yaşlılara yönelik şiddet, ihmal ve suiistimalin, öncelikle bakıma muhtaç yaşlıları „kurban“ olarak seçtiğini göstermiştir.

Yaşlıya şiddet

Korku, utanç ve bağımlılık (örneğin hasta ve bakıma muhtaç, gelirsizlik, konuşma engelli veya zihinsel engelli olduğu için kendini ifade edememe vs.) şiddet, ihmal ve suistimal kurbanı yaşlıları suskunluğa itiyor. Bunları yapanlar ise çevrenden durumu gizlemek için her türlü çareye başvuruyorlar. Bu yüzden sayıları kabarık olduğu tahmin edilen yaşlıların bu sorunu toplumsal düzlemlerde tartışılmıyor. Ama toplum tartışmatınca sorun kendiliğinden hallolmuyor. Türkiye’de şiddet, ihmal ve suiistimal kurbanı yaşlılar var ve bunu görmezlikten gelerek, suça ortak oluyoruz.

tarihinde yayınlandı

Cezayı niçin sen çekesin?

Kabak kimin başında patlayacak?

Genellikle hiç kimse genç yaşlarda yaşlılığı düşünmez. Fakat günümüzde bu tehlikeli bir tutumdur. Çünkü herkesin yaşlanma şansı artmıştır. Bu yüzden ne kadar erken bu konuyla ilgilenmeye başlanırsa, ilerisi için daha iyi koşullarda yaşama şansı artacaktır. Ancak yaşlanma ve yaşlılık gençlerin dikkate almadığı bir konu olduğu için geleceğin yaşlıları, bu ihmalkarlığın sonuçlarından da çok olumsuz yönde etkileneceklerdir.

Emeklilik

Emekli, akla genellikle yaşlıları getiren bir kavramdır, ama Türkiye’de emeklilik ve yaşlılık arasındaki bağlantılar gevşektir. Emeklilik hukuksal haktır, yaşlılık ise sosyal bir tasarımdır. Emekli ve yaşlı kavramlarının birbiriyle örtüşmemesi bir kavram kargaşası yaratmıştır. Emekli olamamış bir yaşlıya emekli diyemeyiz, ama emekli olmuş bir genci de yaşlı olarak göremeyiz.

Sen de bu “orduya” katılabilirsin!

Belki 700.000 ile 1.000.000 yaşlının engelli olduğu ülkemizde bunun kişi ve aileler için büyük bir sorun yarattığını sen de biliyor, çözüm yolu arıyorsundur. Bir yolu var: Birçok ülkede „sosyal bakım sigortası“ adı altında bir güvenlik sistemi geliştirilmiştir. Böylece bakıma muhtaçlık, ailenin sorunu olmaktan çıkmış, devletin sorumluluğu altına girmiştir.