tarihinde yayınlandı

Dinamik bir süreç

Yaşlanma beşikten mezara kadar devam eden dinamik bir süreçtir

Gerontolojinin en heyecan verici yönü, yaşlanmanın dinamiğini anlamaktır. Bu bağlamda yaşlanmanın “tek yönlü” bir yol olmadığını, kayıplardan ve kazançlardan meydana geldiğini kavramaktır. İnsan hayatının her safhasında (çocuklukta ve gençlikte de) kayıp ve kazançlar elde eder. İnsanın yaşlanma süreci bir “bilanço” gibidir. Bu yüzden „yaşam bilançosu“ kavramından da söz edilir. Bir tarafta kazançlar, diğer tarafta kayıpların yer aldığı yaşam bilançosu, insana yönünü tayin etmede yardım eder.

İnsan yaşlanma sürecinde bilinçli veya bilinçsiz, kazanç ve kayıplarını gözden geçirir. Bundan bir takım sonuçlar çıkararak yaşamının geriye kalan bölümünü yapılandırmaya çalışır. Onun yaşam planlarına müdahale etmeden, yaşam planlarını yaparken kullanabileceği alternatifleri çoğaltmamız gerekir.

tarihinde yayınlandı

Yaşlı imgeleri

Yaşlılara yönelik davranışlar

Yaşlı bir insanlara konuşurken sesini yumuşatan, tane tane konuşmaya özen gösteren, hatta bazen neredeyse ona çocukmuş gibi davranan bir kimse bunu niçin yapıyor? Yaşlıların hasta olduğundan yola çıkanlar, bu düşünceye kendi tecrübelerine dayanrak mı varıyorlar? Yaşlandıkça erkeğin umursamaz, kadının çenebaz olduğunu düşünen biri, bunu nereden biliyor?

Siz kendinizi, başklası sizi nasıl görüyor?

Hiçbirimiz önyargılardan arınmış değiliz. Önyargılar ailede, sosyal çevrede, okulda vs. aktarılmaktadır. Önyargıların yararları da vardır. Örneğin tehlikelerden korunmada işe yaramaktadırlar. Fakat zararları bir hayli fazladır. Yaşlılarla ilgili pekçok önyargıyı aile ve okul eğitiminde, günlük yaşamdaki sosyal ilişkilerimizde ediniyoruz. Örneğin „yaşlılara saygı“ çok sık kullanılan (pozitif de olsa) bir önyargıdır. Bir insanın saygınlığı yaşına doğru orantılı şekilde artmaz ya da azalmaz. Ama yaşlıların pinti, korkak, çok konuşan, inantçı olduklarını düşünenlerin sayısı bir hayli kabarıktır. Bunlar da yaşlılarla ilgili negatif önyargılardır.

Yaşlılar üzerine önyargıları henüz çocukken ediniyoruz. Masallarda yaşlı insan figürlerine yer verilir. „Yaşlı cadı“ ,„nur yüzlü yaşlı kadın“ veya „aksakallı dede“ figürlerini bilmeyen yoktur. Etrafımızdaki yaşlılarla ilgili tecrübelerimizden de birçok önyargıya sahip oluyoruz. Eğer tecrübelerimiz olumluyla pozitif, olumsuzsa negatif önyargılara eğilim gösterebiliyoruz.  

Yaşlılar hakkında önyargıların varlığından ziyade, bunların bilincinde olmak önemlidir. Sadece çocuk ve gençler değil, yaşlıların kendileri de yaşlılıkla ilgili önyargılara sahiptir. Tabii ki onlara da sosyalizasyon sürecinde aktarılmışlardır. Ama aynı zamanda yaşlandıkça edindikleri bireysel tecrübeleri de yaşlılıkla ilgili yeni önyargılar edinmelerine yol açmaktadır

Yaşlılar değişti

Yaşlı tasavvurları denilen, yani kafalarımızdaki „yaşlı insan resimleri“ genellikle olumsuzdur. Buna karşın yaşlıların kendi tasavvurlarının pozitif yönde değiştiği görülmektedir.

Yaşlılar kendilerini „yaşlı“ olarak görmemektedir ve bu şekilde tanımlanmak istememektedir. Sağlık durumu iyi ve ekonomik açıdan bağımsızsa yaşlılar kendisinden sonraki kuşakları „yaşlı“ olarak görmektedir.

tarihinde yayınlandı

Yaşam dönemi: Yaşlılık

Büyükannemin yaşam dönemi: Yaşlılık

Yaşlılığın sosyal bir kategori mi, yoksa psikolojik etkileri olan biyolojik bir olgu mu olduğunu hiç sordun mu? Büyükannenin bir zamanlar bebek, çocuk ve dedenin aşık olduğu genç bir kız olduğunu hiç düşündün mü?

Büyükannenin sosyoekonomik ve sosyokültürel durumu, sence onun bedeninin yaşlanmasıyla mı yoksa başka şeylerle mi bağlantılı? Kıyafetleri, davranışları, ilişkileri ile kimlerle benzerlik gösteriyor, kimlere hiç benzemiyor? Büyükannenin cildindeki kırışıklıklar, saçlarına düşen aklar ile diğer büyükannelerin cildindeki ve saçlarındaki zamanla meydana gelen değişimler arasında herhangi bir farklılık görebiliyor musun?   

Toplum açısından bakarsak yaşlanma ve yaşlılığın, yapı ve anlam bakımından dinamik özelliğe sahip olduklarını görürüz. Ekonomik, politik ve kültürel açılardan topluma göre hem farklılık gösterirler hem de aynı toplumda sürekli değişim içersindedirler.  

Eğer yaşlılık açıkça söylemeseler de bazı hekimlerin ve psikologların düşündükleri gibi psikolojik etkilerle ilişkili biyolojik bir olgu olsaydı, o zaman büyükannelerimizin, büyükbabalarımızın da içinde yer aldıkları toplumun yapısını belirleyen sosyal sınıfları ve tabakaları, biyo-psikolojik süreçlerin yarattığını kabul etmek gerekirdi. Oysa benim büyükannemin, herhalde seninkinin de diskoteğe gitmemesi, saçlarını ondüle yaptırmaması, kıyafetlerinin rengi ve eteğinin uzunluğu, saçını örten tülbenti ve maziyi düşünürken buğulanan gözleri, hücre ve dokularındaki moleküllerin eskisi gibi iyi işlemememesinden ileri gelmiyor.

Eğer ülkemizin kurumlarında, sosyal gruplarında ve bireylerin yaşam planları ve biyografik perspektiflerinde sürekli şekilde meydana gelen değişimleri göz önüne almazsak, ne büyükannelerimizin ne de kendimizin yaşlanma ve yaşlılığının sosyolojik anlamlarını kavrayabiliriz (Backes, 2000).

Kaynak: Backes, Gertrud. M. Zur Einführung: Stand und Perspektiven einer soziologischen Analyse des Alter(n)s, (S.7-32), G.M. Backes (Ed.), Soziologie und Alter(n). Neue Konzepte für Forschung und Theorieentwicklung. Opladen: Leske+Budrich, (2000).

tarihinde yayınlandı

Bilgelik

Bilgelik ve Yaşlılık

İç dünyamızdaki yaşam kalitesi

Değişen koşullara uyum sağlayabilmemiz için yaşlanma sürecinde yeni yeterlikler kazanmamız gerekmektedir. Bedensel yönden yaşlanmayı önlemek mümkün değilken, psikolojik açıdan yaşlanma sürecinde gelişme sağlaybiliriz.

İnsan prensipte yaptığı bütün girişimlerde mutlu olmak hedefini takip etmektedir. Dilenciye sadaka veren bir kimse bunu „yardım“ için yaptığını söyleyecektir, ama bu davranışın sebebi sadece yardım etmek değildir, aynı zamanda yardım edene sağladığı „vicdani rahatlama“ bu yardımın bir gerekçesidir. Bu örnekten anlaşılacağı gibi bizden başka kimsenin göremediği iç dünyamızdaki yaşantılarımıza bir kalite kazandırmaya çalışmaktayız.

Yaşlandıkça bilge olacak mıyız?

Yaşlıların bilgelik mertebesine yaklaştığı veya eriştiği düşüncesi de bir önyargıdır. Her aksakallı ne bir „dededir“ , ne de „bilge“ olması gerekir. Bilgelik „düşünme yeteneğinde yeni bir kalite“ (Niederfranke, Schmitz-Scherzer & Flipp, 1999) ve yaşlılık „her yönden kayba uğramak“ (DTP, 2007) ise yaşlanan insanın sadece bedensel yönden değil, zeka ve hafızasının da kayba uğradığına inanılıyorsa, o zaman bildiğini aklında tutmaktan aciz olan varlıkta “insan hakkındaki bilgilerin taç giymesi” denilen bilgeliğe erişebilecek yeterlikte olduğunu nasıl açıklayabiliriz? Nasıl ki kadının saçı uzadıkça aklı kısalmıyorsa, yaşlının sakalı uzadıkça da aklı göğe ermiyor. „Akıl yaşta değil baştadır“ atasözü haklıdır!

tarihinde yayınlandı

Dinlenme ve yenilenme

Tatil sadece çalışanların ihtiyacı değil

Yaşlı insanların da dinlenmeye, rahatlamaya, enerji depolamaya ihtiyacı olduğu genellikle göz önüne alınmamaktadır. Bunun sebebi „tatil“ kavramı ile daima „çalışma“ kavramının birlikte düşünülmesidir. Dolayısıyla ortaya şöyle yanlış bir sonuç çıkmaktadır: Kim çalışıyorsa, onun tatile ihtiyacı vardır.

“Genç yaşlılar”

Yaşlılar arasında yaş ilerledikçe tatile ilgi azalmaktadır. „Genç yaşlılar“ denilen 50-70 yaş grubu yurtdışında tatilden hoşlanmaktadır. Sağlık, kültür ve tarih konularına odaklı tatili tercih etmektedir. Hava ısısının düştüğü mevsimleri tatil için tercih etmektedir.

Beklentiler farklı

Yaşlıların sadece gençlere göre tatilden beklentileri farklıdır. Gençler daha çok eğlenme ve dinlenme odaklı bir ihtiyaç yelpazesinden hareket ederken, yaşlılar daha çok öğrenme ve sağlık konularını göz önüne alıyor. Tabii ki yaşlılar da tatilde eğlence istemektedir. Fakat eğlenme tarz ve biçimleri de genellikle gençlere nazaran belirgin şekilde farklıdır.

Tesis ve hizmet konusunda daha titizler

Yaşlılar tesis ve hizmetlere daha çok dikkat ediyorlar. Temizlik, yemek çeşitleri, sağlık hizmetleri, personelin davranışları, otel dışına sarkan ek hizmetler, engelliler için özel hizmetler ve tesisin buna uygunluğu gibi pek çok faktör, yaşlıların tatili geçirecekleri yer konusundaki tercihinde rol oynuyor.

tarihinde yayınlandı

Ateşi söndürelim

Sosyal politika ve yaşlılık

Yaşlılar 80’li yıllardan beri AB ülkelerinin sosyal politikalarının odak noktasında yer alır. Yaşlılıkta yaşam durumu ve yaşlıların yaşam dünyası yaşlılar için hazırlanan sosyal politikaların temelini meydana getirir (DIECK et. al. 1993). Yaşlıların çoğalması sosyal sistem açısından daha fazla gider anlamına gelmektedir. Kasaları boşalan sosyal güvenlik sistemleriyle yaşlıların ihtiyaçlarına cevap verebilen sosyal politik programların hazırlanması mümkün değildir. Muhtemelen ülkemizin politik aktörleri “yaşlılar için sosyal politika” taleplerimize anlayış göstermekle birlikte, sosyal güvenlik sisteminin bunu finanse edecek güçte olmadığını düşünerek, taleplerimizi yanıtsız bırakıyorlar.

Başkası yapınca oluyor!

Bazı ülkeler bunu nasıl başarıyor? Teknoloji, endüstri ve bilimde üst düzeyde gelişmiş ülkelerin sosyal sistemlerinin de gelişmiş olduğunu görmekteyiz. Başarılı ekonomik sistemlerde başarılı sosyal güvenlik sistemleri ortaya çıkıyor (BADELT & ÖSTERLE 2001).  Acaba ekonomide gelişmiş oldukları için mi, yoksa sosyal güvenlik sistemlerinin gelişmişliği ekonominin gelişmesine yardım ettiği için mi? Buna en kesitrme cevap şöyle verilebilir: Her ikisinde de adımlarını ihtiyaçlara göre attıkları için hem ekonomide hem de sosyal sistemde gelişmeyi başarabiliyorlar.

Tutum belirleyici faktör

Tarihçiler şunu söylüyor: Osmanlı devletinin bilimde, teknikte ve ekonomideki gelişmelere kendini açmada gecikmesinin endüstrileşme sürecini tamamlayamamış olmamızın nedeni olarak vurgulanır. Doğru olmakla birlikte, bundan kendimize bir ders çıkarabildik mi?  Diğer alanları bilemem, ama kendi alanımla ilgili şu tecrübeyi yaptım: On yıldır toplumumuzun yaşlandığını, bu yüzyılın yarısına gelmeden iyice yaşalanacağını söylüyoruz. Bu yüzden yaşlılık politikalarına olan ihtiyacı belirtiyoruz. Ama eski alışkanlığın dededen toruna geçen bir enfesiyöz hastalığı andırdığına işaret eden tutum ve davranışların ender olmadığını gördük. Beş yıl önce başlayabilecek olan Gerontoloji öğretimi, ancak bu yıl başlayabildi. Geç de olsa, yaşlanma olgusunu araştıracak uzmanların yetiştirilmesi sürecine nihahet girilebildi.

tarihinde yayınlandı

Kötü kombinasyon

Sosyal adalette denge sağlanmazsa, sosyal politikaların yerine merhamet politikaları geçer. Avuç açanlar çoğalır, sadaka dağıtanlar azalır. Hiçbir dönemde bu kombinasyon uzun süre iyi yürümemiştir. 

Toplum politikaları kuşak politikalarıdır. Çocuk, genç, yaşlı ve onların yaşam dönemine bağlı özel ihtiyaçlarını göz önüne alıp, bütün kuşakları kucaklayamıyorsa, orada sosyal politikadan söz ememek daha dürüst bir davranış olur.

Kültürüyle övünenler, o kültürü kendilerine bırakanlara iyi bir yaşamı güvence altına almadıkça „ataya saygı“  anlamından çok şey kaybeder.

Sosyal politikaların toplumsal yaşlanma olgusuna vermesi gereken cevaplar nelerdir? Yaşlanma süreçlerine sosyal politik müdahalelelerde neleri hesaba katmak gerekir? Yaşam durumu nedir? Yaşlanan bireylerin „oyun alanı“ denildiğinde, bundan ne anlamak gerekir? Bu tür sorulara cevaplar vermek suretiyle demografik değişimler ve sosyal politikalar arasındaki ilişkiler „sosyal devlet“ kavramına odaklı olarak daha iyi anlaşılabilir.

Sosyal eşitsizlik kavramından hareket ederek sosyal politikalar ve sosyal adalet arasındaki ilişkileri tartışabiliriz. Sosyal eşitsizlik kavramı ile sosyal adaletsizlik kavramı arasındaki farkları, sosyal devletin anlamı ve görevleri üzerinde durarak, sadece gerontolojik açıdan değil, toplumsal gelişme ve demokratikleşme açısından da bunların önemli konular oldukları gösterilebilir.  

Yaşlanan toplumda sağlık politikaları ve hizmetlerinin, genç toplumdaki sağlık politikaları ve hizmetlerinden daha önemli olduğunu söyleyemeyiz. Daha ziyade yaşlanan toplumlarda sağlık hizmetlerindeki değişen ihtiyaçların ve ağırlık noktalarındaki kaymaların göz önüne alınması gerekir. Demografik yaşlanmaya bağlı olarak çoğalan yaşlı kronik hastaları, Azheimer hastalarını, engellilik ve bakıma muhtaçlık sorunuyla karşı karşıya olan yaşlıları ve ailelerini dikkate alan sağlık politikalarına yönelmekten başka alternatif yoktur.

tarihinde yayınlandı

Engelliler

Özürlüleri “idare” ediyoruz!

Kavramlarımız düşüncelerimizin dışa vurmasıdır. Her şeyin „kurumu“ var; örneğin Sosyal Hizmetler Kurumu, Türkiye İstatistik Kurumu, İş Kurumu, ama özürlüler için kurum yok, onlarla „Özürlüler İdaresi“ ilgileniyor. Niçin diye soracak olursanız, cevabı „özürlü“ tanımında yatıyor: „Kısmen ya da tamamen sosyal yetilerini yitirmiş“ kişi olarak algılanıyorlar (T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi). Dolayısıyla sosyal yetilerini yitirenlere bir kurum açılamaz, olsa olsa „idare“ edilebilirler.  

Dünya Sağlık Organizasyonu’na göre özürlülerin de sosyal yetileri var. Nitekim bunu kabul eden ülkelerde özürlere „engelli“ diyorlar. Kavramlara fazla takılıp kalmamak gerekir, ama bu bağlamda önemlidir: Engellilik, kişinin kendisinde var olan bir özellik olarak değil, aksine toplumsal „bariyer“ anlamına geliyor. Bu yüzden engellilikten söz edince, bu ülkelerdeki kişi ve kurumlar, engelliliğin bireydeki fonksiyon hasarlarından dolayı değil, bu hasarların yarattığı her türlü dezavantajı anlıyorlar.

Isaac Newton’un kürsüsünde bugün Hawkins oturuyor. Bu adam başı hariç hiçbir tarafını oynatamıyor. Ama Einstein ile karşılaştırılıyor. Müzisyenler arasında pek çok engelli vardır, Steven Wonder veya van Beethoven gibi. Almanya’nın Maliye Bakanı Schaeuble tekerlekli sandalyede oturuyor.  

tarihinde yayınlandı

Yaşlılıkta sosyal güvenlik

100 yaşlıdan 33’ünün sosyal güvenliği yok!

Kalıplaşmış gerekçe: Ailenin arkasına sığınmak

Verilecek cevap kalmayınca, yaşlıların durumunu açıklamada „aile“ bir açıklama aracına dönüştürülmektedir. Ama bu sadece yaratıcılıktan uzak kalan, kimseyi tatmin etmeyen cevaplara sürüklemektedir. Aileyi yaşlının „güvenliği“ olarak gösterebilmek için ailenin kendisi güvence altına alınmış olmalıdır.

Urslula Lehr’in buna cevabı

Almanya’da bir dönem „Aile, Yaşlı, Kadın ve Gençlik“ Bakanı olarak görev yapan Lehr, 1983 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Viyana’da düzenlenen toplantıda az gelişmiş ülkelerin yaşlıların sorunlarına ilgisiz kalışından duyduğu sıkıntıyı şu sözlerle dile getirmiştir: “Yaşlıların kötü durumu, göklere çıkarılırcasına övülen aile bağlarıyla yok edilemez” (Lehr, 1983).

Sosyal politikaların görevi

Sosyal politikaların görevi, toplumun ve siyasetin yaşlılara yönelik tutumlarını kontrol etmek ve şekillendirmektir (Federal Almanya Aile, Yaşlı, Kadın ve Gençlik Bakanlığı, 1994)

tarihinde yayınlandı

Gelecekte Türkiye

Olduğumuz gibi kalırsak: 2050’de Türiye

Nüfus95 milyonÖngörü
Yaşlı nüfus30 milyonÖngörü
Hasta, engelli, bakıma muhtaç14 milyonÖngörü

Günümüzdeki koşulların gelecekte devam etmesi halinde Türkiye’yi 2050 yılına yaklaştıkça altından kalkılması güç sorunlar beklemektedir. Birleşmiş Milletler’in hesaplarına göre 2050 yılında Türkiye’nin nüfusu 100 milyonu biraz aşmış olacaktır. Güncel rakamları nüfusa orantılı olarak geleceğe doğru uazatınca ortaya çıkan tablo ürkütücüdür. Nüfusun %30’nu meydana getirecek olan yaşlıların %50’si kronik hasta veya engelli veya bakıma muhtaç durumda olacaktır.

Yaşlandıkça hastalanma ve bakıma muhtaçlık riskinin arttığı kesindir. Fakat sadece bireyin yaşıyla değil, aynı zamanda objektif yaşam koşullarıyla bağlantılıdırlar. Yaşam koşulları bozuldukça yaşlılık, yaşamın en riskli dönemi haline gelmektedir.

Çözüm: Yaratıcı sosyal politikalar

Bilimsel araştırmalar sosyal yaratıcılığın çoğaldığı dönemlerin genellikle toplumsal kriz dönemlerine rastladıklarını ortaya koyuyor. Bu bulgudan hareket edersek, şu anda yaratıcılık yeteneklerimizin en verimli dönemlerinden birinde yer aldığımızı söyleyebiliriz. Bu potansiyeli kullanmayı sağlayacak olanaklar açısından ise koşulların uygun olmadığını görüyoruz. Sosyal problemlerin bilimsel çalışmalarla çözülebileceğinden şüphe duyar bir manzara görüyoruz. Sosyal Bilimlerin yöntem ve tekniklerine bu kadar az başvurulmasını ancak bu şekilde yorumlayabiliriz.