tarihinde yayınlandı

Yaşlılara ilgi

Yaşlılara ilgimizin sebepleri

Genç nüfuslu Türkiye’de niçin yaşlanma ve yaşlılığa ilgi? Yaşlı insan günlük yaşamının düzenini korumada zorluk çekebilir. Özellikle eşi öldükten sonra yalnız yaşamaya başlayan yaşlılarda bu sık rastlanılan bir sorundur. Yaşlıların çevresine bağımlılığı arttıkça ilişkileri bozulmaya yüz tutar. Bedensel, zihinsel ve ruhsal değişimler diğer insanlarla karşılıklı ve birbirine bağlı ilişkilerinin (interaksiyon) olumsuz şekilde gelişmesine ve zamanla tamamen kopmasına neden olabilir.

Bu durumdaki yaşlıya devletin yardım etmesi gerekir. Devletin yardımları sadece yalnız yaşayan ve sosyal ilişkileri bozulanlarla sınırlı değildir. Yaşam süresinin uzamasıyla yaşlılar toplumda dikkate değer bir grup olarak karşımıza çıkmıştır. Nüfustaki payları artmaya devam edecektir. İhtiyacı olan yaşlılara yardım edebilmek için yardım ihtiyacının belirlenmesi gerekmektedir.

Bu durumdaki yaşlıya devletin yardım etmesi gerekir. Devletin yardımları sadece yalnız yaşayan ve sosyal ilişkileri bozulanlarla sınırlı değildir. Yaşam süresinin uzamasıyla yaşlılar toplumda dikkate değer bir grup olarak karşımıza çıkmıştır. Nüfustaki payları artmaya devam edecektir. İhtiyacı olan yaşlılara yardım edebilmek için yardım ihtiyacının belirlenmesi gerekmektedir.

Aslında bu bilgilere bütün insanların ihtiyacı vardır. Çünkü hiç kimse tek başına bir adada yaşamıyor. Herkes başka insanlarla ilişki içersindedir. Bu yüzden her insanın başkalarına ihtiyacı vardır. Her insan sosyal interaksiyonların içersinde geçen bir yaşam sürdürmektedir. Sosyolojik ilgi insanların karşılıklı ilişkilerinde sorunlar varsa artmaktadır.

Sosyolojik sorunlara ilgi, ilişkilerin yeni bir düzene konulması gereken kırılma dönemlerinde artar (Berger & Berger, 1982).

İnsanlar, daha önce normal gördükleri veya kendileri açısından gereksiz kabul ettikleri birçok interaksiyonu yaşlılıkta farklı bir değerlendirmeye tabi tutacaklardır. Sosyal çevreyle ilişkileri ve çevrenin yaşlıyı algılayışı gibi birçok bakış açısının rolünü dikkate almak gerekir. Yaşlılara yönelik profesyonel ve gönüllü çalışma alanlarında görev yapan kişilerin insanlar arası ilişkileri veya ilişki süreçlerini bilmeleri çok önemlidir. Bu yüzden yaşlanmanın sosyolojisi gerontolojinin de en önemli alt kollarından biridir.

Kaynak: Berger, P. & Berger, B. Wir und die Gesellschaft. Eine Einführung in die Soziologie, entwickelt an der Alltagserfahrung. Reinbek bei Hamburg: Rowohlt, (1982).

tarihinde yayınlandı

Ateşi söndürelim

Sosyal politika ve yaşlılık

Yaşlılar 80’li yıllardan beri AB ülkelerinin sosyal politikalarının odak noktasında yer alır. Yaşlılıkta yaşam durumu ve yaşlıların yaşam dünyası yaşlılar için hazırlanan sosyal politikaların temelini meydana getirir (DIECK et. al. 1993). Yaşlıların çoğalması sosyal sistem açısından daha fazla gider anlamına gelmektedir. Kasaları boşalan sosyal güvenlik sistemleriyle yaşlıların ihtiyaçlarına cevap verebilen sosyal politik programların hazırlanması mümkün değildir. Muhtemelen ülkemizin politik aktörleri “yaşlılar için sosyal politika” taleplerimize anlayış göstermekle birlikte, sosyal güvenlik sisteminin bunu finanse edecek güçte olmadığını düşünerek, taleplerimizi yanıtsız bırakıyorlar.

Başkası yapınca oluyor!

Bazı ülkeler bunu nasıl başarıyor? Teknoloji, endüstri ve bilimde üst düzeyde gelişmiş ülkelerin sosyal sistemlerinin de gelişmiş olduğunu görmekteyiz. Başarılı ekonomik sistemlerde başarılı sosyal güvenlik sistemleri ortaya çıkıyor (BADELT & ÖSTERLE 2001).  Acaba ekonomide gelişmiş oldukları için mi, yoksa sosyal güvenlik sistemlerinin gelişmişliği ekonominin gelişmesine yardım ettiği için mi? Buna en kesitrme cevap şöyle verilebilir: Her ikisinde de adımlarını ihtiyaçlara göre attıkları için hem ekonomide hem de sosyal sistemde gelişmeyi başarabiliyorlar.

Tutum belirleyici faktör

Tarihçiler şunu söylüyor: Osmanlı devletinin bilimde, teknikte ve ekonomideki gelişmelere kendini açmada gecikmesinin endüstrileşme sürecini tamamlayamamış olmamızın nedeni olarak vurgulanır. Doğru olmakla birlikte, bundan kendimize bir ders çıkarabildik mi?  Diğer alanları bilemem, ama kendi alanımla ilgili şu tecrübeyi yaptım: On yıldır toplumumuzun yaşlandığını, bu yüzyılın yarısına gelmeden iyice yaşalanacağını söylüyoruz. Bu yüzden yaşlılık politikalarına olan ihtiyacı belirtiyoruz. Ama eski alışkanlığın dededen toruna geçen bir enfesiyöz hastalığı andırdığına işaret eden tutum ve davranışların ender olmadığını gördük. Beş yıl önce başlayabilecek olan Gerontoloji öğretimi, ancak bu yıl başlayabildi. Geç de olsa, yaşlanma olgusunu araştıracak uzmanların yetiştirilmesi sürecine nihahet girilebildi.

tarihinde yayınlandı

Kötü kombinasyon

Sosyal adalette denge sağlanmazsa, sosyal politikaların yerine merhamet politikaları geçer. Avuç açanlar çoğalır, sadaka dağıtanlar azalır. Hiçbir dönemde bu kombinasyon uzun süre iyi yürümemiştir. 

Toplum politikaları kuşak politikalarıdır. Çocuk, genç, yaşlı ve onların yaşam dönemine bağlı özel ihtiyaçlarını göz önüne alıp, bütün kuşakları kucaklayamıyorsa, orada sosyal politikadan söz ememek daha dürüst bir davranış olur.

Kültürüyle övünenler, o kültürü kendilerine bırakanlara iyi bir yaşamı güvence altına almadıkça „ataya saygı“  anlamından çok şey kaybeder.

Sosyal politikaların toplumsal yaşlanma olgusuna vermesi gereken cevaplar nelerdir? Yaşlanma süreçlerine sosyal politik müdahalelelerde neleri hesaba katmak gerekir? Yaşam durumu nedir? Yaşlanan bireylerin „oyun alanı“ denildiğinde, bundan ne anlamak gerekir? Bu tür sorulara cevaplar vermek suretiyle demografik değişimler ve sosyal politikalar arasındaki ilişkiler „sosyal devlet“ kavramına odaklı olarak daha iyi anlaşılabilir.

Sosyal eşitsizlik kavramından hareket ederek sosyal politikalar ve sosyal adalet arasındaki ilişkileri tartışabiliriz. Sosyal eşitsizlik kavramı ile sosyal adaletsizlik kavramı arasındaki farkları, sosyal devletin anlamı ve görevleri üzerinde durarak, sadece gerontolojik açıdan değil, toplumsal gelişme ve demokratikleşme açısından da bunların önemli konular oldukları gösterilebilir.  

Yaşlanan toplumda sağlık politikaları ve hizmetlerinin, genç toplumdaki sağlık politikaları ve hizmetlerinden daha önemli olduğunu söyleyemeyiz. Daha ziyade yaşlanan toplumlarda sağlık hizmetlerindeki değişen ihtiyaçların ve ağırlık noktalarındaki kaymaların göz önüne alınması gerekir. Demografik yaşlanmaya bağlı olarak çoğalan yaşlı kronik hastaları, Azheimer hastalarını, engellilik ve bakıma muhtaçlık sorunuyla karşı karşıya olan yaşlıları ve ailelerini dikkate alan sağlık politikalarına yönelmekten başka alternatif yoktur.

tarihinde yayınlandı

Engelliler

Özürlüleri “idare” ediyoruz!

Kavramlarımız düşüncelerimizin dışa vurmasıdır. Her şeyin „kurumu“ var; örneğin Sosyal Hizmetler Kurumu, Türkiye İstatistik Kurumu, İş Kurumu, ama özürlüler için kurum yok, onlarla „Özürlüler İdaresi“ ilgileniyor. Niçin diye soracak olursanız, cevabı „özürlü“ tanımında yatıyor: „Kısmen ya da tamamen sosyal yetilerini yitirmiş“ kişi olarak algılanıyorlar (T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi). Dolayısıyla sosyal yetilerini yitirenlere bir kurum açılamaz, olsa olsa „idare“ edilebilirler.  

Dünya Sağlık Organizasyonu’na göre özürlülerin de sosyal yetileri var. Nitekim bunu kabul eden ülkelerde özürlere „engelli“ diyorlar. Kavramlara fazla takılıp kalmamak gerekir, ama bu bağlamda önemlidir: Engellilik, kişinin kendisinde var olan bir özellik olarak değil, aksine toplumsal „bariyer“ anlamına geliyor. Bu yüzden engellilikten söz edince, bu ülkelerdeki kişi ve kurumlar, engelliliğin bireydeki fonksiyon hasarlarından dolayı değil, bu hasarların yarattığı her türlü dezavantajı anlıyorlar.

Isaac Newton’un kürsüsünde bugün Hawkins oturuyor. Bu adam başı hariç hiçbir tarafını oynatamıyor. Ama Einstein ile karşılaştırılıyor. Müzisyenler arasında pek çok engelli vardır, Steven Wonder veya van Beethoven gibi. Almanya’nın Maliye Bakanı Schaeuble tekerlekli sandalyede oturuyor.  

tarihinde yayınlandı

Çalışanların sosyal güvenliği: (U)mutsuz gençlik

Yaşı 20-59 arasında 14 milyon çalışandan 3 milyonu kamu sektöründe, 6 milyonu özel sektörde, 4 milyonu kendi hesabına çalışmaktadır. 1 milyondan fazlası ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. 0,34 milyon kişi ise işveren konumundadır. (TÜİK, 2002. Not: Rakamlar yuvarlatılmıştır).

Sadece 1000 gençten 2 kişiye yüksek öğretim olanağı sunabiliyoruz. Bunu sadece finansal kaynakların yetersizliğiyle açıklamak mümkün değil. Türkiye bugün dünya ekonomisinde ilk 20 ülkeden biri olmakla övünüyor. Buna karşın 100 gençten 45’i ilkokul mezunudur. Sadece 100 gençten 4’ünü bir meslek sahibi yapbilmişiz, 9’na yüksekokula girme olanağı sunabilmişiz. 100 gençten 24’ü liseye gidebiliyor. Bu rakamlar eğitim olanaklarının adil paylaşımından söz edemeyeceğimizi gösteriyor.

tarihinde yayınlandı

Yaşlılıkta sosyal güvenlik

100 yaşlıdan 33’ünün sosyal güvenliği yok!

Kalıplaşmış gerekçe: Ailenin arkasına sığınmak

Verilecek cevap kalmayınca, yaşlıların durumunu açıklamada „aile“ bir açıklama aracına dönüştürülmektedir. Ama bu sadece yaratıcılıktan uzak kalan, kimseyi tatmin etmeyen cevaplara sürüklemektedir. Aileyi yaşlının „güvenliği“ olarak gösterebilmek için ailenin kendisi güvence altına alınmış olmalıdır.

Urslula Lehr’in buna cevabı

Almanya’da bir dönem „Aile, Yaşlı, Kadın ve Gençlik“ Bakanı olarak görev yapan Lehr, 1983 yılında Birleşmiş Milletler tarafından Viyana’da düzenlenen toplantıda az gelişmiş ülkelerin yaşlıların sorunlarına ilgisiz kalışından duyduğu sıkıntıyı şu sözlerle dile getirmiştir: “Yaşlıların kötü durumu, göklere çıkarılırcasına övülen aile bağlarıyla yok edilemez” (Lehr, 1983).

Sosyal politikaların görevi

Sosyal politikaların görevi, toplumun ve siyasetin yaşlılara yönelik tutumlarını kontrol etmek ve şekillendirmektir (Federal Almanya Aile, Yaşlı, Kadın ve Gençlik Bakanlığı, 1994)

tarihinde yayınlandı

Öğretim felsefem: Bilgi dünyanın malıdır!

Alman şair Gothe der ki: “Bütüm teoriler giridir.” Teorilere renk katan uygulamalarıdır. Teorisi olmayan uygulamaların pek faydası yoktur ama uygulaması olmayan teoriler de hiçbir işe yaramaz. Öğrencilerime aktarmak istediğim temel düşünce budur. Çünkü sağlam teorilerden hareket ederek sağlam bir metodoloji ile yapacağımız araştırmalardan çıkaracağımız sonuçlar doğrultusunda tasarlayacağımız uygulamalarla yaşamımızın renklendirmek mümkün olacaktır.

Bilgi üretmeliyiz

Sürekli dünya malını tüketemeyiz. Bizim de biraz dünya için bilgi üretmemiz gerekir. Okumayı sevmediğimizi iddia edenler var; ben ise daha ziyade yazmayı sevmediğimize inanıyorum. Okumaya değer bir şeyler olmalıdır ki, insanlar okumaya yönelsin.

Özellikle bilim alanındaki yayımlarımız başka ülkelerle karşılaştırıldığında çok ufak bir yer kaplıyor. Bu yüzden öğrencilerimden teorilerden yola çıkarak araştırdıklarını “yazmalarını” talep ediyorum. Yazdıklarının sanat şahaseri olması gerekmiyor, ama insanın kendi uğraşlarıyla ortaya çıkardığı sonuçları topluma sunması gerekiyor. Sadece bu şekilde bilgi toplumsallaştırılabilir ve bundan herkesin faydalanması sağlanabilir. Böylece bilgiyi asıl sahibine, topluma teslim edip bilgisşzliğin yarattığı cehaleti yenerek yaşam kalitemizi yükseltebiliriz.

Acaba?

İnsan önce okudu mu, yoksa yazdı mı? Kanımca önce yazdı, okumayı sonradan öğrendi. Biz konuşmalarımızda hep “okuma” kavramını kullanıyoruz. Çocuğunu “okutacağını” söyleyen ebeveynler, aslında çocuğunun yazılı olanı öğrenmesini istediklerini belirtmektedir. Çoğumuz çözüğümüzü okula “yazmaya” göndermiyoruz, hep “okusun” istiyoruz. Acaba bu biizim bilinçaltımıza yerleştiği için mi bu kadar az yazıyoruz?

Tesadüf mü?

Kavramlarımızı bizim hayatımızı anlatır. Çünkü kavramlar düşüncelerimizi ürünüdür. Bilim, teknik, ekonomi ve diğer alanlardaki kavramların “bize” ait olmaması bir tesadüf mü?

tarihinde yayınlandı

Arayış

Mükemmeli değil, güzeli arayalım!

Güzel bir toplum için…

Sahildeki taşların güzelliği mükemmelliyetten değil, zamanla suyun aşındırdığı eğrisinden büğrüsünden ileri gelir. Mükemmel olmayandaki güzellik dediğim budur.  

Mükemmel bir toplum için reçetemiz yok. Herhalde gelecekte de olmayacak. Ama birlikte yürüdüğümüz yaşam sahilimizdeki taşların güzelliğini görebilirsek, o zaman şikayetlerimizin sebebinin elimizdeki cevheri görememekten kaynaklandığının farkına varabiliriz.  

yaratıcılığımızı…

Düşüncelerin problem çözümüne katkı sağlayabilmeleri için, onları yaratıcılığımızla birleştirmek gerekir. Yaratıcı sosyal girişimler ile farklı grupların ihtiyaçlarını birbiriyle uyumlu hale getirebilirsek,  

birleştirelim!

sosyal olayları ve olguları yeni bir gözle görebilir  toplumumuzu daha güzel yapılandırabiliriz. Ama bu, yaratıcılığın yanı sıra cesaret de gerektirir. Çünkü alışkanlıklarımızı terk etmekten korkan varlıklar olarak her değişimden ürker, buna direniriz.

tarihinde yayınlandı

Yaşam felsefem

İçimizdeki çocuk

Çocuk gibi düşünmek ve çocuk gibi sormak; felsefemin temeli budur. Bunu keşfeden ben değilim. „Felsefem“ derken, çoktan beri bilineni benimsediğim ve uygulamaya çalıştığım anlamına geliyor.  

Neden?

Amacım kendim gibi düşünenlere seslenmektir. Niçin içimizdeki „çocuğu“ birlikte harekete geçirmeyelim? Sorularımızı niçin çocuksu naiflik ile sormayalım? Olayları ve olguları oldukları gibi görmek yerine, alışılagelenin dışına taşan açılardan niçin bakamayalım?

Riskleri

Felsefem basit, ama risklidir: Çocuksu saflıkla sorduğunuz sorularla alay edilebilir, saçma oldukları iddia edilerek dikkate alınmayabilirler. Çünkü aile, okul, toplum hepimizi bir kalıba sokmak için seferber olmuştur. Oysa bize kalıplaşmış değil, kalıbının dışına taşan insanlar lazımdır!