tarihinde yayınlandı

Çevreye bağlı yaşlanma

Ve insan toplumu yarattı; sonra da toplum insanı!

Yaşlanma süreçlerine çevre etki eder. Çevre, soysal ve fiziksel olmak üzere iki boyutludur. Fiziksel çevre, yakın ve uzak olmak üzere yine ikiye ayrılır.  Fiziksel çevre gibi sosyal çevreyi de yakın ve uzak olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Yaşlılıkta, yakın fiziksel çevrenin önemi daha fazladır. Konut ve yakın çevresi ve bu çevredeki sosyal ilişkileri, yaşlılar için çok önemlidir. Çünkü yaşlılıktan kaynaklanan sorunlarının üstesinden gelinmesine yardımcı olurlar. Bu olanaklardan yoksun kalırlarsa, toplumdan soyutlanma riski de yükselir. Yaşlanmaya bu açıdan bakıldığında, onun, birey ve çevre ilişkilerinin doğurduğu bir “ürün” olduğu söylenebilir.

tarihinde yayınlandı

Dinamik bir süreç

Yaşlanma beşikten mezara kadar devam eden dinamik bir süreçtir

Gerontolojinin en heyecan verici yönü, yaşlanmanın dinamiğini anlamaktır. Bu bağlamda yaşlanmanın “tek yönlü” bir yol olmadığını, kayıplardan ve kazançlardan meydana geldiğini kavramaktır. İnsan hayatının her safhasında (çocuklukta ve gençlikte de) kayıp ve kazançlar elde eder. İnsanın yaşlanma süreci bir “bilanço” gibidir. Bu yüzden „yaşam bilançosu“ kavramından da söz edilir. Bir tarafta kazançlar, diğer tarafta kayıpların yer aldığı yaşam bilançosu, insana yönünü tayin etmede yardım eder.

İnsan yaşlanma sürecinde bilinçli veya bilinçsiz, kazanç ve kayıplarını gözden geçirir. Bundan bir takım sonuçlar çıkararak yaşamının geriye kalan bölümünü yapılandırmaya çalışır. Onun yaşam planlarına müdahale etmeden, yaşam planlarını yaparken kullanabileceği alternatifleri çoğaltmamız gerekir.

tarihinde yayınlandı

Yaşlı imgeleri

Yaşlılara yönelik davranışlar

Yaşlı bir insanlara konuşurken sesini yumuşatan, tane tane konuşmaya özen gösteren, hatta bazen neredeyse ona çocukmuş gibi davranan bir kimse bunu niçin yapıyor? Yaşlıların hasta olduğundan yola çıkanlar, bu düşünceye kendi tecrübelerine dayanrak mı varıyorlar? Yaşlandıkça erkeğin umursamaz, kadının çenebaz olduğunu düşünen biri, bunu nereden biliyor?

Siz kendinizi, başklası sizi nasıl görüyor?

Hiçbirimiz önyargılardan arınmış değiliz. Önyargılar ailede, sosyal çevrede, okulda vs. aktarılmaktadır. Önyargıların yararları da vardır. Örneğin tehlikelerden korunmada işe yaramaktadırlar. Fakat zararları bir hayli fazladır. Yaşlılarla ilgili pekçok önyargıyı aile ve okul eğitiminde, günlük yaşamdaki sosyal ilişkilerimizde ediniyoruz. Örneğin „yaşlılara saygı“ çok sık kullanılan (pozitif de olsa) bir önyargıdır. Bir insanın saygınlığı yaşına doğru orantılı şekilde artmaz ya da azalmaz. Ama yaşlıların pinti, korkak, çok konuşan, inantçı olduklarını düşünenlerin sayısı bir hayli kabarıktır. Bunlar da yaşlılarla ilgili negatif önyargılardır.

Yaşlılar üzerine önyargıları henüz çocukken ediniyoruz. Masallarda yaşlı insan figürlerine yer verilir. „Yaşlı cadı“ ,„nur yüzlü yaşlı kadın“ veya „aksakallı dede“ figürlerini bilmeyen yoktur. Etrafımızdaki yaşlılarla ilgili tecrübelerimizden de birçok önyargıya sahip oluyoruz. Eğer tecrübelerimiz olumluyla pozitif, olumsuzsa negatif önyargılara eğilim gösterebiliyoruz.  

Yaşlılar hakkında önyargıların varlığından ziyade, bunların bilincinde olmak önemlidir. Sadece çocuk ve gençler değil, yaşlıların kendileri de yaşlılıkla ilgili önyargılara sahiptir. Tabii ki onlara da sosyalizasyon sürecinde aktarılmışlardır. Ama aynı zamanda yaşlandıkça edindikleri bireysel tecrübeleri de yaşlılıkla ilgili yeni önyargılar edinmelerine yol açmaktadır

Yaşlılar değişti

Yaşlı tasavvurları denilen, yani kafalarımızdaki „yaşlı insan resimleri“ genellikle olumsuzdur. Buna karşın yaşlıların kendi tasavvurlarının pozitif yönde değiştiği görülmektedir.

Yaşlılar kendilerini „yaşlı“ olarak görmemektedir ve bu şekilde tanımlanmak istememektedir. Sağlık durumu iyi ve ekonomik açıdan bağımsızsa yaşlılar kendisinden sonraki kuşakları „yaşlı“ olarak görmektedir.

tarihinde yayınlandı

Aile

Yaşam süresinin uzamasıyla birlikte çok kuşağın birlikte yaşadığı ailelerin sayısı hızla çoğalmaktadır. Ailede kuşaklar arası ilişkilerin bozulmaması, yaşlanmakta olan toplumumuz açısından çok büyük anlam ve önem kazanmıştır. Kuşaklararası ilişkilere etki eden faktörleri bilmek ve olumsuz etkilerini azaltmak için Gerontolojinin bilgilerin de yararlanılması ancak tarafımızdan önerilebilir. Kimseyi buna zorlayamayız. Sadece risklerine dikkat çekebilir, sorumluluk taşıdıklarını anımsatabiliriz.  

tarihinde yayınlandı

Yaşam dönemi: Yaşlılık

Büyükannemin yaşam dönemi: Yaşlılık

Yaşlılığın sosyal bir kategori mi, yoksa psikolojik etkileri olan biyolojik bir olgu mu olduğunu hiç sordun mu? Büyükannenin bir zamanlar bebek, çocuk ve dedenin aşık olduğu genç bir kız olduğunu hiç düşündün mü?

Büyükannenin sosyoekonomik ve sosyokültürel durumu, sence onun bedeninin yaşlanmasıyla mı yoksa başka şeylerle mi bağlantılı? Kıyafetleri, davranışları, ilişkileri ile kimlerle benzerlik gösteriyor, kimlere hiç benzemiyor? Büyükannenin cildindeki kırışıklıklar, saçlarına düşen aklar ile diğer büyükannelerin cildindeki ve saçlarındaki zamanla meydana gelen değişimler arasında herhangi bir farklılık görebiliyor musun?   

Toplum açısından bakarsak yaşlanma ve yaşlılığın, yapı ve anlam bakımından dinamik özelliğe sahip olduklarını görürüz. Ekonomik, politik ve kültürel açılardan topluma göre hem farklılık gösterirler hem de aynı toplumda sürekli değişim içersindedirler.  

Eğer yaşlılık açıkça söylemeseler de bazı hekimlerin ve psikologların düşündükleri gibi psikolojik etkilerle ilişkili biyolojik bir olgu olsaydı, o zaman büyükannelerimizin, büyükbabalarımızın da içinde yer aldıkları toplumun yapısını belirleyen sosyal sınıfları ve tabakaları, biyo-psikolojik süreçlerin yarattığını kabul etmek gerekirdi. Oysa benim büyükannemin, herhalde seninkinin de diskoteğe gitmemesi, saçlarını ondüle yaptırmaması, kıyafetlerinin rengi ve eteğinin uzunluğu, saçını örten tülbenti ve maziyi düşünürken buğulanan gözleri, hücre ve dokularındaki moleküllerin eskisi gibi iyi işlemememesinden ileri gelmiyor.

Eğer ülkemizin kurumlarında, sosyal gruplarında ve bireylerin yaşam planları ve biyografik perspektiflerinde sürekli şekilde meydana gelen değişimleri göz önüne almazsak, ne büyükannelerimizin ne de kendimizin yaşlanma ve yaşlılığının sosyolojik anlamlarını kavrayabiliriz (Backes, 2000).

Kaynak: Backes, Gertrud. M. Zur Einführung: Stand und Perspektiven einer soziologischen Analyse des Alter(n)s, (S.7-32), G.M. Backes (Ed.), Soziologie und Alter(n). Neue Konzepte für Forschung und Theorieentwicklung. Opladen: Leske+Budrich, (2000).

tarihinde yayınlandı

Cinsiyete bağlı yaşlanma

Cinsiyetin yaşlanmaya etkilerini biyolojik faktörlere bağlayamayız. Kadının erkeğe göre dezavantajlı konumu, sosyal çevrenin cinsiyet kavramında gördüğü sosyokültürel anlamlardan ileri gelir. Çocuklukta başlayan cinsiyete bağlı sosyal eşitsizlikler, yaş ilerledikçe ekonomik boyutlarda da kendini hissettirir.

Kadın-erkek arasındaki biyolojik farklara yüklediğimiz bu sosyokültürel anlamların yarattığı yaşlanma süreçlerinde kadınların durumu hiç de iyi görünmemektedir. Kadının yaşam süresinin erkeklerden uzun oluşu, biyolojik açıdan belki bir avantajdır. Ama kadın açısından pek sorunu da beraberinde getirir.  

Türkiye’de 15 milyon kadının „ev kadını“ statüsüne sahip olduğunu biliyor muydunuz? Ev kadını, öncelikle çalışmayan, gelirsiz, sosyal güvenliği eşine bağlı olan kadın demektir.

tarihinde yayınlandı

Bilgelik

Bilgelik ve Yaşlılık

İç dünyamızdaki yaşam kalitesi

Değişen koşullara uyum sağlayabilmemiz için yaşlanma sürecinde yeni yeterlikler kazanmamız gerekmektedir. Bedensel yönden yaşlanmayı önlemek mümkün değilken, psikolojik açıdan yaşlanma sürecinde gelişme sağlaybiliriz.

İnsan prensipte yaptığı bütün girişimlerde mutlu olmak hedefini takip etmektedir. Dilenciye sadaka veren bir kimse bunu „yardım“ için yaptığını söyleyecektir, ama bu davranışın sebebi sadece yardım etmek değildir, aynı zamanda yardım edene sağladığı „vicdani rahatlama“ bu yardımın bir gerekçesidir. Bu örnekten anlaşılacağı gibi bizden başka kimsenin göremediği iç dünyamızdaki yaşantılarımıza bir kalite kazandırmaya çalışmaktayız.

Yaşlandıkça bilge olacak mıyız?

Yaşlıların bilgelik mertebesine yaklaştığı veya eriştiği düşüncesi de bir önyargıdır. Her aksakallı ne bir „dededir“ , ne de „bilge“ olması gerekir. Bilgelik „düşünme yeteneğinde yeni bir kalite“ (Niederfranke, Schmitz-Scherzer & Flipp, 1999) ve yaşlılık „her yönden kayba uğramak“ (DTP, 2007) ise yaşlanan insanın sadece bedensel yönden değil, zeka ve hafızasının da kayba uğradığına inanılıyorsa, o zaman bildiğini aklında tutmaktan aciz olan varlıkta “insan hakkındaki bilgilerin taç giymesi” denilen bilgeliğe erişebilecek yeterlikte olduğunu nasıl açıklayabiliriz? Nasıl ki kadının saçı uzadıkça aklı kısalmıyorsa, yaşlının sakalı uzadıkça da aklı göğe ermiyor. „Akıl yaşta değil baştadır“ atasözü haklıdır!

tarihinde yayınlandı

Alzheimer

Büyükannenin cüzdanı ocağın yanında duruyor. Kendisi alış verişe gitmiş. Ama yanlış otobüse binmiş. Hepimiz bazen unutkan oluyoruz. Fakat hafızamız bizi devamlı yarı yolda bırakıyorsa, bunun sebebi muhtemelen sadece unutkanlık değildir, ardında çok ciddi beyinsel bir arıza yatıyor olabilir: Demans!  Acaba Alzheimer mi, beyin kanaması mı, yoksa büyükanne sadece „kireçlendi mi?“ Eğer hastaların kendisi veya aile üyeleri zihinsel yeteneklerin gözle görünür biçimde gerilediğinin farkına varırlarsa, hemen bir hekime görünmek gerekir. Demans hastalığın kendisi değildir. Aksine bir belirti kompleksidir. Ardında çeşitli sebepler yatıyor olabilir. Alzheimer, demansların yaklaşık %60’nın sebebidir.  Onu yaklaşık %20 ile beyin dokularına  yeterince kanın ulaşamaması takip etmektedir. Geriye kalan demanslarda ise bir dizi başka sebepler rol oynamaktadır. Örneğin iltihaplar, dokular arası madde alışverişi arızaları ya da beyin tümörleri.

Bilim adamları hastalığın sebebini araştırmaktadır. Başarılı sonuçlar elde edildi, ama Alzheimer hastalığının tedavisi hala mümkün değildir. Alzheimer hastalarına genellikle aileleri baktığı için aile fertlerinin bu hastaların spesifik bakımı konusunda bilgi edinmeleri gerekir.

Beyne yeterli kan ulaşmadığı veya beyin kanaması durumlarında, hafızamızın bizi yarıda yolda bırakmasının sebebi bellidir. Beynin belirli bölgelerine kan gitmediği için iyi çalışamamaktadır, hatta bu bölgelerdeki beyin hücreleri ölebilir. Bu arızaların birçoğu giderilebilir veya hafifletilebilir. Fakat Alzheimer hastalığında sebep bu kadar açık şekilde belli değildir. Aslında sadece sonucu bilinmektedir. Beyinde giderek çoğalan biçimde belirli proteinler adeta bir çökelti gibi beyin hücrelerini sarıp, ölümüne neden olmaktadır. Önce hafıza etkilenmektedir. Hastalık ilerledikçe zihnin diğer yeteneklerinde de arızalar meydana gelmektedir. Örneğin konuşma yeteneği.